6 Ocak 2014 Pazartesi

Çeviriyi bir Facebook sayfası tarafından yapılmıştır. Ben de bunu bir Facebook sayfasından aldım. Ancak Çeviriyi onlar mı yaptı bilmiyorum. 





Ne düşündüğünüzü biliyorum, ne soracağınızı da! Percy Jackson, Times Meydanı’nın orta yerindeki bir reklam panosunda, pantolonun olmadan, üstüne üstlük düşüp ölme riskine rağmen neden öylece sallanıyorsun? Bunun için Apollon’u suçlayabilirsiniz, mzik, okçuluk ve şiir tanrısı. Yanı sıra başıma aptalca işler açma tanrısı da! Bu saçma ve son derece gereksiz felaket arkadaşım Kıvırcık’a doğum günü için birkaç konserve kutusu götürmemle başladı. Sanırım size bahsetmeyi unuttum –ne aptallık ama- ben bir yarı-tanrıyım. Babam Poseidon denizler tanrısı, kulağa havalı geliyor olabilir ama bu benim için hayatımın canavar saldırılarıyla dolu olması ve can sıkıcı, metroda yada matematik dersimin ortasında, en kötüsü de duş alırken bir anda karşımda belirivermeyi alışkanlık haline getirmiş Antik Yunan Tanrıları anlamına geliyor! (duş meselesi uzun hikaye, hiç sormayın!) Kıvırcık’ın doğum gününde tüm bu deliliklerden bir gün olsa bile uzak durabilip keyfini çıkaracağımı sanmıştım, ama tabii ki yanıldım!

 Kıvırcık ve kız arkadaşı Ardıç, Brooklyn’de, Prospect Heights denen bir yerde ağaç nimfeleriyle dans ederek ya da sincaplara serenat yaparak vakit geçiriyorlar. Kıvırcık bir Satir ve evet onun eğlence anlayışı da bu. Her Neyse kısa bir süreliğine onlarla takılıp sohbet ederek bu güzel güneşli havanın tadını çıkarmaya karar verdim. (ki bu çok da uzun sürmeyecek hevesimi kursağıma tıkıverecekti!) Kıvırcık sırıtarak teneke kutularını son ses çiğnerken nimfeler hangi parti oyununun oynanacağını tartışmaya başlamışlardı bile. Kıvırcık cebinden bir göz bağı çıkararak “insan kuyruğunu iğnele*” oynamayı önerdi. Bu oyun oldum olası bi garip gelmiştir bana. 

 Ama sonra aniden güneş hiç olmadığı kadar parlamaya ve hava rahatsız edici derecede sıcak olmaya başladı. Yirmi metre ötedeki çimenler tıpkı bir yılan gibi tıslamaya başlamış ve sis bulutu üzerimize çökmüştü. Sanki birisi büyük bir çamaşır makinesini sıkma durumuna getirmişti. Sis kalktı, karşımızda kim olsa beğenirsiniz ki? Tanrı Apollon önümüzde dikiliyordu!

 Şimdi, tanrılar asla oldukları şey gibi görünmezler aksi takdirde bu bizleri onlara tek bir bakışımızla küle çevirir. Her bir tanrı Dünya’ya indiğinde şekil değiştirir. Apollon ise her zaman genç bir delikanlı kılığına bürünmeyi tercih ediyor. Bu gün üzerinde dar, kalem kot pantolon, dar beyaz bir tişört ve yaldızlı Ray-Ban güneş gözlükleri vardı. Dalgalı, açık renk saçları havada parıltıyla uçuşuyordu. Gülümsediğinde ağaç nimfeleri bağırışıp kıkırdamaya başlamışlardı. “Aman tanrım,” dedi Kıvırcık; “bu hiç de iyiye işaret değil.”
“Percy Jacson!” Apollon üzerime ışık saçarak bana baktı.
 “Ve, ah, onun keçi arkadaşı!”
 “Adı Kıvırcık” dedim. 
“Ve biz biz tür izindeyiz Apollon, bu gün Kıvırcık’ın doğum günü.” 
“Mutlu Yıllar!” dedi Apollon, “İzinde olmanıza çok sevindim çünkü bu siz ikinizin küçük bir sorun için bana yardım etmeye zamanınız olduğu anlamına geliyor!” Tabii ki sorun küçük falan değildi. Ormanın kenarına ulaştığımızda Apollon bana baktı; “Size Chrysos Tragoudistes’i* gururla sunarım!”

 Parmaklarını şıklattı ve zeminden daha fazla sis fışkırmaya başladı. Birkaç dakika sonra 3 tane altın kadın karşımızda beliriverdi. Altın derken, cidden altındılar. Metalik derileri ışıltıyla parlıyordu. Kolsuz elbiselerinde iflasın eşiğine gelmiş bir fabrikayı ya da şirketi kurtarabilecek miktarda altın vardı. Önceden de yaşayan heykelleri –otomatonları- görmüştüm ve hemen hemen her karşılaşmamızda beni öldürmeye kalkmışlardı! “Vay be!” diyip birkaç adım geriledim. “Onların ne olduğunu söylemiştin? Chris-tragali-ya da her neyse işte?”
 “Chrysos Tragoudistes,” dedi Apollon; Altın Şarkıcılar, onlar benim yedek grubum.” Kıvırcık’a bunun şaka olup olmadığını anlamak için bir bakış attım. Fakat kıvırcık gülmüyordu, ağzı şaşkınlıktan bir karış açık kalmıştı. Bu altın kadınlar hayatında gördüğü en büyük, en ışıltılı ve en lezzetli metal teneke parçalarıydı! “Çok güzeller” dedi Kıvırcık, hipnotize olmuş gibiydi. Apollon gülümsedi, “Aslında onları alalı birkaç yüzyıl oldu. Şimdilerde onları sadece özel günlerde yanımda getiriyorum."
Kıvırcık’ın gözleri yaşarmıştı, “Onları doğum günüm için mi getirdin yani?”
 “Hayır seni aptal, bu gece Olimpos’ta bir konserim var. Herkes orada olacak ve ben eski favori parçalarım ile etkileyici bir performans sunacağım. Muhteşem olacak! Biliyorsunuzdur, solo kariyerimde gayet başarılıyım ama insanlar klasik ve koro tarzı parçalarımı da duymak istiyor. Hayalimdeki Daphne, Olimpos’a Merdiven, Güzel Yuva Atlantis! Büyüleyici bir gece olacak!" Tiksindirici bir şekilde bakmamaya son derece gayret gösteriyordum. Apollon’un şairliğine daha önce tanıklık etmiştim ama eğer müziği de şiiri kadar berbatsa bu, Rüzgar Tanrısı Aelous’un rüzgarlarından daha sert bir etki yaratacağa benziyordu…

 “Pekala” dedim gönülsüzce, “ Öyleyse problemin ne olduğunu sormamda bir sakınca var mı?”

 Apollon buruk buruk sırıttı. “Dinleyin…” 


 Kollarını altın şarkıcılara yöneltti, bir orkestra şefi gibi komut vermeye hazırlandı. Tek işaretiyle üçü de muhteşem bir uyum içinde şarkı söylemeye başladılar. Bu birkaç nota beni mutlulukla doldurmaya yetmişti. Ayakkabılarım olmadan bulutların üzerinde süzülüyor gibi hissetmiştim. “Manyak bir şeydi bu!” dememle Apollon yüzünü buruşturdu. 
“Sen buna güzel mi diyorsun? Burada sadece üçü var! Armonileri eksik! Tüm dörtlü olmadan sahneye çıkamam!” Kıvırcık sevinçten ağlamaya başlamıştı.
 “Mükemmeller!” dedi, ağzı hala açıktı. 
“Mükemmel falan değiller Bay Satir. Dördüne de ihtiyacım var aksi takdirde konserim mahvolur. Ne yazık ki dördüncü otomatonum bu sabah çekip gitti, tüm aramalarıma rağmen onu hiçbir yerde bulamadım.” Üç otomatona bakakaldım."
 “ İyi ama şarkıcın durup dururken nasıl ve niye gitsin ki?”
 “Garanti süreleri dolmuş.” diye açıkladı tanrı. “Hephaistos onları günümüzde çok daha önce yarattı. Gayet güzel çalışıyorlar fakat dün iki bin yıllık garanti süreleri sona erdi. Dördüncü çıldırdı ve bu büyük şehre doğru kotsu.”
 Bu sırada Manhattan’ı işaret ediyordu, “Doğal olarak Hephaistos’a şikayette bulundum ama o sakince; “Güzel, peki ek koruma paketi almış mıydın” dedi, ve ben de “Senin salak koruma paketine ihtiyacım falan yok! deyip çıktım gittim. O ise arkamdan bunun benim suçum olduğunu, eğer paketi o değerli parama kıyıp almış olsaydım böyle bir şeyin asla olmayacağını şimdi ise elimde numarası olan acil durum servis hattını arayıp otomatona ulaşabileceğimi ve…” 
“Heey, dur bir dakika.” Kafam iyice karışmıştı, “Eğer otomatonun nerede olduğunu biliyorsan neden kendin gidip onu bulup geri getirmiyorsun?”
 “Cidden zamanım yok ve bu akşam için prova yapmam gerek.” Burnuma bahane kokuları gelmişti. “Ayrıca şarkı listesi ve ses kontrolü de yapmalıyım, hem, siz kahramanlar bu işler içinsiniz öyle değil mi ?” “Tanrıların ayak işleri için koşuşturmak.” dedim bezmiş bir ifadeyle. 
“Aynen öyle!” dedi Apollon ellerini çırparak, “Sanırım şu anda tiyatro bölgesinde dolaşıp akustiği iyi olan bir yer arıyordur. Ben etrafta yokken kendini Hannah Montana gibi hissediyor! Siz ikiniz onu herhangi bir probleme sebep olmadan önce bulmalısınız, ve çabuk olun konser bu gece ve Manhattan çoook büyük. Kıvırcık çıkışmayı denedi.
“Yani şimdi bizden sen ses kontrolleri yaparken onu bulup geri getirmemizi mi istiyorsun?” 
“Bunu bir iyilik olarak da düşünebilirsin aslında, sadece benim için değil, bütün Manhattan ve içinde yaşayan insanlar için onu bulup getirmeniz lazım.”
 “Hayır!” dedi Kıvırcık, “Olamaz!” “Ne? Ne var?” dememle kafamda şimşekler çakıverdi! “Ciddi olamazsınız!” “Percy,” dedi Apollon içindeki azıcık ciddiyetle; “Eğer otomaton halk arasında şarkı söyleyecek olursa sonu olmayan bir kaosa sebep olur. Aşk şarkıları, ninniler, savaş şarkıları söyleyebilir ve bunları duyan her bir ölümlü….” Otomatonun Manhattan’ın ortasında şarkı söylediğini hayal ettim, insanları uyutabilir, aşık edebilir, daha kötüsü birbirleriyle ölümüne savaştırabilirdi!
 “Tamam, peki, kesinlikle durdurulması lazım.” dedim ama bir şey kafamı kurcalıyordu. “İyi ama neden biz?” “Sizi sevdim de ondan!” dedi Apollon kocaman bir gülümsemeyle. “Hem daha önce sirenlerle karşılaştınız, bu görev çok da farklı değil; sadece kulaklarınızı sıkıca kapatacaksınız! Arkadaşın kıvırcık bit Satir, onun müziğin büyüsüne karşı doğuştan direnci var, ek olarak o lir çalabiliyor!”
 “Ne liri?” demiş bulundum. Apollon parmaklarını şıklattı ve saniyeler sonra Kıvırcık hayatımda gördüğüm en ilginç enstrümanı ellerinde tutuyordu. Üstü kaplumbağa kabuğundandı. Artık kaplumbağalara hep bir acıma duygusu ile bakacaktım! Aletin yedi tane teli vardı.(İçimden bir ses onların kaplumbağa bağırsağı olduğunu söylüyordu! Bu ilginç telli çalgı bir arp ile ölü kaplumbağanın birleşimiydi.” 
“Vay be!” diye meleme ile bağırma karışımı bir ses çıkarıp liri yere düşürdü. “Çalamam, bu, oha, bu senin lirin!”
 “Ta kendisi!” Apollon sırıttı. “Bu benim doğar doğmaz yaptığım kendi lirim. Tabii ona zarar verirsen seni yakıp kül eder, küllerini de rüzgara savururum! Ama dikkatli davranacağına son derece eminim. Liri çalabilirsin, doğru mu? Kıvırcık cenaze marşlarını anımsatan birkaç ezgi çaldı. 

“Çalışmaya devam!” dedi Apollon. “Otomatonu yakalamak için lirimin büyüsüne ihtiyacınız olacak. Sen lir çalarken Percy onu oyalayıp kolayca yakalayabilir” dedi Apollon “Oyalamak mı?” bu fikir kulağa gittikçe daha da delice gelmeye başlamıştı. Otomatonu koskoca Manhattan’da nasıl bulacağımızı bile bilmezken, Apollon omzuma sanki her şey hallolmuş gibi bakarak vurdu. “Mükemmel!” dedi Apollon, “Benimle gün batımında Empire State binasında buluşun. O yada bu şekilde onu Hephaistos’a götürüp tamir etmesini sağlayacağım. Geç kalmayın, gösterimi bekletemem! Güneş tanrısı ve şarkıcıları sis bulutunun içinde geldikleri gibi kayboldular. “Ne doğum günü ama?!” dedi kıvırcık ve lirden birkaç acı melodi çaldı…

                                                                   -SON-

Pin It

0 yorum :

Yorum Gönder